Bir şeyleri kategorize etmek insan hastalığı. Beynimiz bu şekile çalışıyor o nedenle “beni kategorize etme” marjinalliğine bir son vermemiz gerek. Kategorize etmek ya da kategorize olmak doğru ayrımlar yapıldığında pek de kötü bir şey değil, hayatı yaşanılır ve insanları anlaşılır kılıyor.
İnsanları kategorize etmenin pek çok yolu var. Benim en sevdiğim ayrım ise Realistler-Romantikler versusu. Sen bu kategorilerin neresindesin diye sorarsanız pek tabi “İflah Olmaz Romantikler” bölümünde. Bu kategorideki insanların mutsuz sonlara kalbi dayanmaz. Eğer bir yazar olsaydım sadece mutlu sonla biten hikayeler yazardım -sanırım bu nedenle Jane Austen- ve bir gün bir film çekecek olsaydım mutluluğun filmini çekerdim.
Peki mutluluğun filmi nasıl çekilir?
Şüphesiz ki bir filmin en önemli sahnesi açılış sahnesidir. İzleyiciyi filme bağlayacak olan sahne tam olarak budur. Film kimi zaman olayların düğümlendiği andan başlar daha sonra en başa dönülür - ki bence en eğlenceli olan budur-, kimi zaman son sahne ile açılış yapılır, kimi zamansa kronoloji olduğu gibi takip edilir. Açılış sahneleri başlıbaşına bir tez konusu olsa benim gibi hikayeleri en başından anlatmayı seven biri tahmin edersiniz ki kronolojik sıralama ile olayları anlatmayı tercih edecektir.
Ancak, kronolojik akışa karar versek bile bunu hayata geçirmenin pek çok yolu var. Misal; “Herşey güneşli bir bahar gününde başladı” diyebilir kahramanımız -evet çok klişe-, ya da kahramanımızın absürd mizah anlayışı ile süslenmiş monoloğu ile açılabilir film -ki sanırım bu kulağa daha Menteşvari geliyor.-
Fakat benim tercihim kahramanın günlük rutinini anlatan açılış sahneleri. Bunlardan birini muhakkak izlemişsinizdir. Genellikle kahramanın yüzü görünmez, yönetmen onun rutinini ayrıntılara odaklanarak perdeye taşır. Arka planda filmin tarzına uygun bir müzik çalar, bu açılış sahnesi kahraman hakkında film boyunca en çok bilgi edinebileceğiniz sahnedir.
Bu tarz açılış sahnelerinin en güzel örneklerinden birini Dexter’ın jeneriğinde görmemiz mümkün. Dexter; ruhu hasta bir adam, bir seri katil ancak dışardan bakanlarca zararsız, kendi halinde biri, bir baba. Dizinin jeneriğin Dexter’ın her gün evden çıkmadanki rutinini izleriz. En sıradan, zararsız günlük işlerin aslında ne kadar vahşi ve kanlı(!) olduklarına tanık oluruz. Arkada çalan hafif sarkastik fon müziği de dizinin ironik yönünü ortaya koyar.
Ancak unutmayalım ki biz mutluluğun filmi çekiyoruz. Kahramanımız, bahar güneşinin ilk ışıkları ile gözlerini açar, açık pencereden yeni uyanan şehrin sesleri gelmektedir. Yeni güne hazır bir halde yatağından kalkar ve radyonun düğmesine dokunur. Çalan şarkı eşliğinde hazırlanır; güzel, tarih ve deniz kokan şehrine adımını atar ve olaylar gelişir. -Evet bu da oldukça klişe ama klişeler içerisinde mutlulukla alakalı bir şeyler var bence.-
Kafamda mutluluğun filminin bu sahne ile başladığına dair fikir ilk ne zaman oluştu hatırlamıyorum ancak insan iyi uyuyup, erken uyanınca, gözünü açtığı gün güneşli bir bahar günü olunca bir de denizi ve tarihi olan harika bir şehirde yaşıyorsa bundan daha güzel bir mutluluk tasviri aklıma gelmiyor açıkçası.
Buraya kadar herşey güzel, peki ya müzik?
Genelde konu bir şekilde müziğe geldiğinde insanlar birbirlerine sorarlar: Hangi tarz müzikten hoşlanırsın? Bu benim için oldukça zor bir soruydu. Çünkü bu “şu tarz dinlerim” deyip cevaplayabileceğim bir soru değil. Bu soru karşısında uzun uzun cümleler kurmak ve sonunda yine hiçbir şey anlatamamış olmak durumunda kalırdım. Ta ki “Im Juli” yi izleyinceye dek. Orada esas oğlan, esas kıza bu soruyu sorar, Juli de cevap verir: “Eski ve güzel şarkıları severim.” İşte ben tam o sahnede yıllardır aradığım cevabı buldum. “Eski ve güzel şarkılar” blogumuzun adı da işte buradan geliyor.
Bazı şarkıların dinlendiğinde günün kötü geçme ihtimalini azalttığına inanıyorum. Telefonumda sırf bu amaçla hazırlanmış “Güne güzel başlayalım :)” adında bir liste var. - Evet en başında bir romantik olduğumu söylemiştim.- İşte açılış sahnemize de bu müziklerden birini filmin hikayesine/tarzına uygun olacak şekilde yerleştirmeyi düşünüyorum. Filmimizin konseptine de uygun olarak yalnızca eski, güzel ve mutlu şarkılar… Sizi bu taraftan alalım efendim:
5- Wonderful Life - 1987
4-La İsla Bonita - 1986
2-I Wanna Hold Your Hand - 1964
1-Forever Young - 1984
(Bu liste neden ingilizce şarkılardan oluşuyor derseniz. Sanırım, batılı zevkler edinmenin ve bu film düşüncesinin seküler oluşundan kaynaklanıyor, fonda direkt olarak bu şarkılar çalmaya başlıyor.)