“Beni bu güzel havalar mahvetti” diyor ya Orhan Veli görüyor ve arttırıyorum “beni bu güzel havalarla sınav haftaları mahvetti”. Gönülden bağlı olduğum Murphy kanunları yine beni yanıltmadı ve sınav haftamız yine yeni yeniden harika güneşli havalara denk geldi ancak iki haftadır derslerimi toparlamaya çalışmaktan olsa gerek klavyemden ders notu harici bir şey çıkmaz oldu.
Ders çalışmak temalı fotoğrafımızdan da anlaşılacağı üzere ders çalışmamak için son mukavemet anlarındayız. -Gerçi fotoğraf da ders çalışmak temasından çok kahve içme temalı ama- Neyse efendim benim buraya asıl geliş amacım yazılacakları bir hafta sonrasına ertelemiş olsam da yarınki imtihanımıza çalışırken okuma fırsatı bulduğum notlarım oldu ki kendilerini burada da paylaşmak istedim.
Bize böyle sosyoloji anlatan hocalarımızı ve hocalarımızı bize getiren okulumuzu sevmemek ne mümkün!
Nice kitaplı, sınavlı, kahveli haftalara…
“MEDENİYET KIRILMASI
İslam medeniyetinin inşasında asli rolü üstlenen üç zümre vardır:
-Alimler
-Veliler ve Sanatçılar
-Emirler (devlet adamları)
Medeniyetleri inşa edenler o medeniyetlerin seçkinleridir. Hatta medeniyetleri seçkin zümreleri ile ayırt edebilirsiniz.
Misal: Batı medeniyet havzasında 12-15 yaşlarında çocuklara Dante’yi Da Vinci’yi vs sorun bu kişilere ne kadar yakın ne kadar uzaklar? Bizim medeniyetimizde bizim çocuklarımıza Mimar Sinan’ı, Farabi’yi sorun. Her medeniyet kendi seçkinlerine karşı bir yakınlık hisseder.
Her medeniyet o medeniyet havzası içinde kültürel farkları aşan ve hepsine hitap eden bir seçkinler zümresi tarafından üretiliyor. O havzada herkes o seçkinlere yakınlık hissediyor.
İslam medeniyetinde de bu seçkinler zümresini yukarıdaki üç grup oluşturur. İslam medeniyetini inşa eden ruh temelde Kur’an ve sünnetti ve bunun temelindeki harcı şekillendiren Peygamberimiz’di. Zaten bu üç zümre de onun 3 misyonuna denk gelir. Hz. Peygamber şahsında bu üç vazifeyi birleştirmiştir. Bu üç vazifeyi şöyle sıralayabiliriz:
1- Söz ve davranışları ile vahyi öğretmek ve açmak—>Alimler Zümresi
2- Bu dini öğretebilmek, kalpleri ısındırabilmek, insanları bu inanç etrafına toplamak, cezb’ul kulub —> Veliler ve Sanatçılar Zümresi
3- İslam devletinin temellerini atmak—> Emirler Zümresi
Bu üç vazifenin tümünü, dört halifeden sonra üstlenebilen başka bir insanın gelmediği kabul edilir. Bu dört isme ancak Ömer bin Abdülaziz’i ekleyebiliriz.
İslam medeniyetinin üç seçkin zümresi Peygamberimizin bu üç vazifeyi üstlendi. İslam medeniyeti bu üç zümre ile şekillendi.
Bu üç zümrenin sağlıklı ilişkisi alimlerin tasavvuftan nasibinin olması, velilerin ilimle bağını koparmaması, devlet adamlarının da bu iki zümreyi el üstünde tutması iledir. İslam medeniyetindeki tüm müsbet durumlar bu üç zümre arasıdaki sağlıklı ilişki neticesinde ortaya çıkmıştır. Bütün menfi durumları incelersek de bu üç zümre arasındaki kopukluklara ulaşırız.
Sanatçılar ile velilerle aynı zümrenin içinde yer alırlar çünkü ruh mayaları aynı mayadır. Gönül dünyası zengin olan kimse Halık’a yöneldiği zaman tasavvuf, mahluka yöneldiği zaman sanat ortaya çıkar.
1400 yıllık hikayede bu hikaye tarih içerisinde üç büyük meydan okuma ile karşılaştı:
—>Birinci meydan okuma Yunan Medeniyeti’nin meydan okumasıydı.
Müslümanlar bir imparatorluk kurdular dünyaya açıldılar ve bir medeniyet birikimi ile karşılaştılar. Bu birikimi alarak kendi dillerine tercüme ettiler. Kendi dinleri ile uyuşmayan noktaları İslamlaştırmaya çalıştılar. -İbn Sina’yı, Farabi’yi bu faaliyette bulunan zümreden kabul edelim. Bu İslamlaştırma çalışmasında kusurları gidermeye çalışan bir İslam alimi olarak Gazzali’yi görelim.- Böylece bu birinci meydan okumayı müslümanlar kazandı.
Niçin? Medeniyet üstünlüğü öbür taraftaydı ama siyasi ve askeri üstünlük ve psikolojik üstünlük müslümanlardaydı. Fetihler yapmışlar, imparatorluk kurmuşlar, iki büyük imparatorluğu yenmişler. Dolayısıyla gocunmadan alınması gerekeni aldılar, geliştirilmesi gerekeni geliştirdiler, atılması gerekeni attılar, dolayısıyla kazandılar.
Müslümanlar bunları alırken vahyi bozdu diyenlere:
—>İkinci büyük meydan okuma Moğollar’ın meydan okumasıydı.
Bu kez medeniyet üstünlüğü Müslümanlardaydı. İslam medeniyetinin altın yüzyılları. Müslümanlar yenilmez denilen moğolları yendiler. Siyasi üstünlük, askeri üstünlük Moğollardaydı amazaman içinde asimile oldular,medeniyet onları eritti Müslümanlaşarak bizlere katıldılar. Dolayısıyla bu ikinci büyük meydan okumayı da Müslümanlar kazandı.
—> Üçüncü büyük meydan okuma Modernizm’in meydan okumasıydı.
17. ve 18. yy’da iki medeniyet arasında rekabetçi karşılaşmalar diyebileceğimiz karşılaşmalar oldu.18. yy’ın sonlarına doğru 19. yy’dan itibaren mağlup bir İslam dünyası ortaya çıktı. Son 2 yüzyıldır mağlup bir İslam dünyası var. Şimdi burda problem neydi? Siyasi ve askeri üstünlük onlardaydı ve bu kez medeniyet üstünlüğü de onlardaydı. Rönesans, reform, aydınlanma, endüstri devrimi ile müthiş bir birikim oluşmuş ve siyasi, askeri güç de onlara geçmişti. İşte müslümanlar burada kaybettiler.
Uzun süreli mağlubiyetlerde mağlupların galiplere doğru yamulması sosyolojik bir kanun gibidir. Yani mağluplar galiplere doğru yamulurlar, eğilirler, bükülürler. Galipler tarihi yaparlar/yazarlar.
Batıda Faust yazma geleneği vardır. Goethe’den önce ve sonra da Faust’lar yazılmıştır. Faust yazarlarından birisi de C. Marlow’dur. Orada Faust, Helen isimli bir güzel şöyle bir şey diyor: “Helen, beni bir kere öp ve ebedileştir.” Helen geliyor bir öpücük veriyor Faust’a ve kaçıyor. Faust diyor ki: “Helen, dudakların ruhumu emdi. Helen, geri gel ruhumu bana geri ver.”
Bizi de batı medeniyeti öptü ve busesi çok tatlıydı biz iki yüzyıldır o busenin peşindeyiz ve bu da bizim modernleşme hikayemiz. Öpülmüş bir medeniyetin çocukları olduğumuzu asla unutmayalım.
Peki ne olacak?
Ruhumuzu ne zaman geri alabileceğiz?
İşte bu öpülme hadisesi -edebiyatçılar öpülme desinler ben bir sosyolog olarak medeniyet kırılması diyorum.- Bu öpülme hadisesi beş büyük kırılmayı içeren bir kırılmadır:
1- Tarih kırılması
Yeninin yerleştirilmesi için eskinin karalanması. Cumhuriyet dönemi tarih kitaplarında Batı’yı sevdirebilmek için kendi tarihimizin, Osmanlı’nın kötülenmesi en büyük örnektir.
2- Dil kırılması
Dil kırılması kendi içinde iki şeyi içeriyor:
1- Latin harflerinin kabul edilmesi
2- Öz türkçecilik adı altında nesillerin bağlantısının kesilmesi
Latin harfleri kabul edildiğinde toplumun sadece küçük bir kesimi okuryazar. Bu okuryazarlar yeni alfabeyi öğrenirse problem çözülür. Ancak öz türkçecilik dediğimiz akım bundan da beter olarak sürekli bir dilde devrim amacıyla güya öz türkçe kelimeler uydurarak hep bir neslin bir önceki nesli anlayamaz okuyamaz hale gelmesiyle oldu. Okuyamadığımız şey de bizim için yok hükmünde olduğundan nesilleri birbiri ile bağlantısı koptu. Bir neslin önceki neslin birikiminden faydalanmasını engellenmiş oldu.
Bu kırılma ile zihinler dumura uğratıldı. Çünkü düşünce faaliyetimiz ancak kelimelerimiz kadar. Kelimelerimizden bağımsız olarak düşünemeyiz. Kelimelerimiz kadar düşünebiliyoruz daha fazla değil. Kelimelerimizi dilden atarak neredeyse düşünemez hale geldik.
3- Kültür kırılması
Doğal olarak her toplum kendi kültürünü üstün ve değerli olarak görür, beğenir bunun adı etnosantrizm (kültürmerkezcilik)’tür. Eğer bu etnosantrizm ifrada gidecek olursa burdan yabancı düşmanlığı ksenofobi ortaya çıkar. Eğer etnosantrizm tefride düşüp azalırsa ksenosantrizm ortaya çıkar. Yani kültür emperyalizmine maruz olan kendi kültürü ile ilişkileri sorunlu toplumlar ve yabancı hayranlığı ortaya çıkar.
Bizim kültür kırılmamızda ksenosantrizm durumu oldu. Bize ait şeyler küçültüldü, batıya ait şeyler yüceltildi. Bu duruma düşen milletlere zayıf kültür deniyor. Kendi kültürü ile ilişkisi zayıf olan yabancı kültürlere hayran olan kültürlerin durumu bu şekilde adlandırılıyor. Allan polen bu duruma zayıf tarihsellik diyor.
Mesela türkiyede ailelerin yakın zamanda çocuklara verdikleri isimlere bakalım. Bu isimler incelendiğinde gelenekten kaçış göze çarpar. İslamcı kesimlerde kaçıyor, seküler kesimler de. İslamcı kesim tarihe doğru kaçıyor. Geleneğin beğendiği isimlerden kaçıp Kur’an’dan hadisten satır aralarından orijinal isim arayışına gidiyor. Seküler kesimler doğaya başvuruyor.
Cemil Meriç, Türkiye için kaçışlar ülkesi diyordu. “İnkilapçılar batıya kaçkın, solcular Moskova’ya kaçkın, Türkçüler Turana kaçkın, İslamcılar da Araba kaçkın.”
Örneğin; Muhammed Abduh’un Seyyid Kutub'un kitapları elden ele dolaştırılırken bu şahsiyeteler bayraklaştırılırken kendi alimlerimizden kaçtık. Aynı dönemin alimleri Kevseri’yi Mustafa Sadri’yi kim tanıyor, tanıyanlar ne kadar okuyor? Ki bu isimlerin ilimleri diğerlerinden kat kat fazladır.
Şimdi bu medeniyetin çocukları kendisi olmaya çalışıyor.
4- Din kırılması
Dinin toplumun ancak eğitimsiz kesimlerine yakışan eğitimli kesimlerine asla yakıştırılamayan bir inanç sistemi görülüp aşağılanması şeklinde bir algıdır. Din gençlere eğitimlilere kentlilere yakışmaz anlayışı pozitivizmin içinde vardır. Büyük ölçüde bu kırılmanın izlerinden bugün kurtulmuş bulunuyoruz. Bu o kadar yaygın ve içselleştirilmişti ki daha on yıl öncesine kadar “madem okumak istiyorlar başlarını açsınlar. madem başlarını açmıyorlar evlerinde otursunlar üniversitelerde ne işleri var?” diyorlardı. Pozitivist zihniyetin bir yansımasıydı bu.
Halbuki sosyal değişim sürecine baktığımız zaman önceki çağlarda herşeyin dini bir anlam kazandığını dinle kutsallaştığını, dinle bütünleştiği dolayısıyla dini kırarken dinin sadece din olarak gitmediğini bilmemiz gerekir. Bu batıda da bizde de böyledir.
5- Devlet kırılması
Osmanlının asırlar içerisinde tecrübelerle inşa ettiği devlet zihniyetinin ve devlet ferasetinin kaybedilmesidir. Bu kırılma İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi ile başlamıştır. Sultan Abdülhamid döneminin devlet feraseti ile bakabilen, Ahmed Cevdet Paşa’nın şahsında en açık şekilde gördüğümüz o ferasetli devlet adamı şahsiyeti gitti, her biri vatanperver, genç, tecrübesiz dolayısıyla çok kolay bir şekilde birilerinin oyuncağı haline gelebilen İttihat ve Terekki kadroları geldi. Heyecanlı, tecrübesiz belki iyi niyetli kadrolar ve 10 yıl içerisinde biten bir imparatorluk.
Erol Güngör hoca der ki: Cumhuriyet döneminin devlet adamlarının en büyükleri Osmanlı devlet hiyerarşisi içinde en fazla orta düzeyde memur olabilecek kapasitede görünüyorlar.
Kırılmaların yaklaşık tarihleri:
Kültür kırılması: Tanzimat ile başlamıştır ama toplumda yaygın hale gelmesi 20. yy’da olmuştur.
Devlet kırılması: İttihat ve Terakki’nin iktidarı ile,
Tarih kırılması: Cumhuriyetin ilanından sonra,
Din kırılması: İşaretleri 2. Meşrutiyetle başlamış cumhuriyetle artmıştır.
Dil kırılması: Harf devrimi ve asıl öztürkçecilik akımıyla olmuştur.
O halde Türkiye’de sosyal değişme ve din ilişkisini konuşurken ve dahi Türkiye’de herşeyi konuşurken bu kırılmaları göz önünde bulundurmak gerekir. Yani bunları göz önünde bulundurmadan hiçbir şey anlamlandırılamaz.
Türkiye bu kırılmaların izlerini silmeye çalışan bir ülke. Bu bir tarihe geri dönüş değil bu batı karşısındaki yenilgiden kurtuluş anlamındadır fakat şunu unutmayalım ki modernleşme ile ilgili olarak yukarıdan aşağıya olan bir süreç demiştik. Bu kırılmalara da kırılma dememizin sebebi yukarıdan aşağıya olması.
Şimdi Türkiye bir taraftan bu kırılmaları izlerini silerken yukarıdan aşağıya olmadığı için kırılma demeyeceğiz yatay olduğu için aşınma diyeceğimiz bir durumla karşı karşıya, o da küreselleşme sürecindeki durumlar. Küreselleşme medeniyetimizde nasıl aşınmaya yol açıyor? Kırılan dökülenlerden kalanlarımız bugün kitle iletişim araçları yüzünden aşınma diyebileceğimiz bir takım süreçler yaşıyor.
Yani diyelim ki tarih kırılmasının izlerini devlet silmeye çalışırken -tarih kitaplarının Osmanlı’yı kötüleyen bir tutumdan ona saygı duyan bir tutuma geçişi gibi- bu arada bir kanal bir dizi yapıyor, o dizi de bir harem tasavvur ediliyor, sizin onlarca tarih kitabında işin hakikatini yazmanızın etkisi olmayacağı şekilde çarpık bir osmanlı ve harem yaşantısı zihinlerde içselleştirilerek kırılmanın izleri silinirken aşınma daha kalıcı izler bırakabiliyor.
O halde yapılması gereken şey ne? Bir medeniyetin inşaasında önemli olan hususlar nelerse o hususlarda seçkinlerinizi yetiştirmek. Her alanda seçkinlerinizi yetiştirmek. İlim adamlarınızlar mutasavvıflarınızla, sanatçılarınızla devlet adamlarınızla medeniyetinizi inşa edecek kadroları üretmek. Bugün oryantalizmin etkilerinden korunarak bilim yapabilen, sanat yapabilen isimler var. Bunları daha da arttırmamız gerekiyor.
Tünelden henüz çıkmadık ama tünelin sonundaki ışık göründü."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder