24 Kasım 2015 Salı

ÜSKÜDAR'DA YAŞAMAK vol.3 : VALİDE-İ CEDİD CAMİİ

Uzuuun bir aradan sonra bir yerlere gitmeye, fotoğraflar çekmeye, yazmaya vaktimiz oldu. Anlaşılacağı üzere sınavlarımız bitti. O halde Üsküdar’ı yaşamaya ve anlatmaya devam edebiliriz.

  Üsküdar’ın dünyanın en güzel köşesi olduğuna kanaat getiren tüm faniler gibi benim de Üsküdar’da meftunu olduğum, Üsküdar’ın güzelliğine güzellik katan iki camii var. Bunların biri Mihrimah Sultan Camii diğeri ise Yeni Valide Camii. Bu iki camii Üsküdar denilince akla gelen çifte ezanların da sahibi aynı zamanda. Müezzinlerinin karşılıklı okudukları ezanla tüm Üsküdar’ı huzura çağıran camiiler...

Yeni Valide Camii 1711’de 3. Ahmet’in valideleri Gülnuş Emetullah Hatun tarafından yaptırılmıştır. Camii’nin mimari Lale Devri’nin başmimarı Kayserili Mehmet Ağa’dır. Camii’nin yapımı yaklaşık 3 yıl sürmüş. Klasik Osmanlı mimarisinin son eserlerinden biri. Valide Gülnuş Hatun’un naaşı da burada medfun bulunmakta. 

Burası aynı zamanda benim İstanbul’da en sevdiğim camii. Evime çok yakın olduğundan ve son restorasyondan sonra kadınların genelde dışarıdaki bölümü kullanmaları sebebiyle de benim en çok tercih ettiğim ders çalışma mekanlarından biri. Pek çok ödevimde kendisinin imzası var demek yanlış olmaz.

Mihrimah Sultan Camii’nin restorasyonu bittikten sonra restorasyona alındığında Mihrimah gibi uzun yıllar kapalı kalacağını düşünüp oldukça dertlenmiştim ama birkaç sonra ay sonra yaz başında yeniden ibadete açıldı. Mihrimah’taki hayal kırıklığından sonra korktuğumuz başımıza gelmedi ve camiimiz başarılı bir şekilde, eski haline uygun bir restorasyona uğramıştı. Özellikle iyice eskimiş olan köşkünün yeniden yapılması ile de sanki camii ilk inşa edildiği yıllara döndü.

Nasıl ki Üsküdar denilince insanların aklına ilk gelen simgelerden biri Kız Kulesi ise benim içinde bu simge Yeni Valide Camii. Çünkü buranın bambaşka bir duygusu var. İnsan avlusundan girer girmez bunu hissediyor. Bilmem nasıl anlatmalı. 

Camii’nin bir dış bir de iç avlusu var. Camii’ye beş ayrı kapıdan girmek mümkün. Yıllar önce camiiye ilk kez Hakimiyet-i Milliye tarafındaki, avlunun arka tarafına çıkan kapıdan girmiştim. O kısacık beyaz kesme taşlardan yapılmış yol bana öyle uzun ve güzel gelmişti ki… Belki de bir çocuk duyarlılığıydı. O zaman Camii'nin büyülü olduğunu düşünmüştüm. -gerçi hala aynı fikirdeyim-. Çünkü herşey öyle beyaz ve öyle muntazamdı ki insan hayranlık duymaktan kendini alamıyordu. Hele ki çocuk gözleri ile dünyaya bakıyorsa. Her camii de bu duyguyu bulmak zor. Bu, hissedenlerden çok mekanla ilgili bir şey. En doğrusunu Allah bilir ancak insan, bu yapılan hayratın yaptıran ve yapanlardan makbul olarak kabul olunmuş olduğunu düşünmeden edemiyor.


Eğer bir camiiyi ilk kez görmeye gideceksiniz nacizane tavsiyem odur ki onu  ya günün ilk ışıkları ile ya da günün son ışıkları ile görün. Ya sabah namazından sonra keşfe  çıkın ya da akşam namazından önce. Camiiler -ve tarihi yapılar- güzelliklerini bu zaman dilimlerinde  cömertçe sergiliyorlar. Yeni Valide’nin de en güzel vakitleri bu vakitler.

Vakti zamanında günümüze hakim olan öğrenilmiş romantizmde önemli bir yer tutan "mum ışığında yemek" olgusunun aslında insanların olduklarından güzel görünmeleri ve kusurlarını saklamaları için "mum ışığında" olduğu ile ilgili bir şeyler okumuştum. Oldukça realist bir bakış açısı ancak büyük ihtimalle doğru. Çünkü bembeyaz ışıklar, aydınlık ne kadar büyü bozucu ve kusur göstericiyse, loş ve sarı ışık da bir o kadar güzel gösteren ve kusurları saklayan bir yardımcı.  Lakin bizim burada bahsettiğimiz güzellik salt bir dış güzellik değil. Yapıların ruhu olmadığı müddetçe, onları anlamlı kılan bir ruh, bir mana onlara yüklenmedikçe ne farkları var ki birbirlerinden. Burada bahsettiğimiz güzellik taşların güzelliği değil; ruhun, mananın güzelliği. Sanırım benim onları bu vakitte güzel bulmam da onların ruhuna en çok bu vakitleri yakıştırmamdan. Yoksa post-modern algıda estetik yargısı son derece subjektifken zaten bu konuyu tartışmak bile gereksiz olur.

Bir tavsiye daha Yeni Valide’ye ana kapısından yani sahile bakan kapıdan girin mümkünse. Bu da genel kural gibi bir şey. Yapıya ana kapısından, onu tam karşısından görebileceğiniz bir kapıdan girmeyi tercih edin. Bu, onların aklınızdaki fotoğrafının en güzel halleri olan asıl yüzleri olarak kalmasını sağlar.

Valide Atik ile Valide Cedid’i hep iki yoldaş gibi düşünmüşümdür yoldaş da değil de sanki iki yaren. Valide Atik daha sessiz ve mütevazidir. Daha uzun yollar katetmek gerekir ulaşmak için, daha sakindir avlusu her zaman. Ancak Valide Cedid tam şehrin ortasındadır. Tüm gün koşturan insanın karşısında kaim, güçlü durur. Bu yanıyla sanki hem bir baba sertliği hem de hep açık duran  kucağıyla anne şefkatidir. Bir de herşeye rağmen şehirden, herşeyin merkezinde olmaktan vazgeçemeyecekler kendileri ile Valide Cedid Camii özdeşleştirebilirler, her daim ona koşup gelebilirler.


Medeniyetimizin en zarif parçaları kuş evleri malum. Yeni Valide’de de büyüklü küçüklü pek çok kuş yuvası mevcut. Ancak iki tanesi var ki gerçekten görülmeye değer bir zerafet ve işçilik. Camiinin ön yüzünde sol tarafta kalan kuş evi ve arka tarafta musalla taşına bakan yüzdeki kuş evi. Gerçi insanın bunlara kuş evi demeye dili varmıyor; Kuş Sarayı.



İç avluya girdiğimizde karşımıza tarihteki en zarif şadırvanlardan biri olduğunu düşündüğüm tamamı  mermer, çok zarif bir işçilikle işlenmiş şadırvan çıkar. Eski fotoğraflarından birinde şadırvanın demirlerinden birinin yerinde pvc  gördüğümde inanamamıştım. İnsan nasıl tarihe bu kadar zulmedebilir anlamak güç. Ancak en azından şimdilik şadırvan esas hali ile iç avlunun ortasında misafirlerini karşılamayı sürdürüyor.

Her zemin ve zamanda kendisine yer bulan, yer açan canlılık  çok ilginçtir ki bitkilerde ve hayvanlarda olunca hiç yadırganmıyor, hiç sırıtmıyor ancak insanlar kendi canlılıklarına yer açmaya çalıştıkça neden kendi yaptıklarını dahi yıkıyor? Neden gökdelenlerle dolduruyor şehri? Haddinden fazla mı güçlüyüz  acaba? Ama Allah haddinde verir herşeyi. O halde sorun ne? Verilmiş düşünce gücünü yeterince kullanmayışımız ya da aksi yönde kullanışımız sanırım. Bir de hırslarımız.


Neyse efendim biz şimdi Yeni Valide’nin huzurunu  bozmayalım. Camii'nin avlusundakii sadelik ve zerafet içinde de aynı şekilde devam ediyor. İnce işçilik ve göze batmayan renkler ile bezeli duvarlar bir de günün son ışıkları ile aydınlanan camii ve saf güzellik.

Genelde bu camii ziyaret edenlerden onu kasvetli bulduklarına dair yorumlar duyarsınız. Bu tesbitin bir derece doğru olduğunu söylemek mümkün. Gerçekten camiinin yoğun ve loş bir atmosferi var. İç renkleri oldukça ağır, misal olarak Valide Atik’te kullanılan maviler ona daha canlı bir hava verirken Yeni Valide de bu canlılığı sağlayacak bir öge yok. Camiinin en hareketli kısmı altın rengi kaplamaların olduğu minber ve mihrab. Ancak bunlara dahi kendi içinde bir sadelik hakim. Belki bu yüzden camii kasvetli bulmak olası ancak diğer camiilerdeki göz tırmalayan unsurlardan arınmış olması belki de onu bu denli güzel kılan. Herşey çok ölçülü, ağır ve ince.
Camiinin içini çok iyi anlatan fotoğraflarım yok çünkü burası ne fotoğraf çekenleri görmeyi sıradan karşılayacak kadar turistik ne de kimselerin dikkatini çekmeden fotoğraf çekecek kadar sakin. Hal böyle olunca erkeklere ait olan alt katta pek fazla çekim yapılamıyor. Ancak Yeni Valide’de üst katta kalıyor olmak pek de sorun değil çünkü hanımlar bölümü camiiye hakim, sessiz ve münzevi oluşu ile alt kattan daha cazip. Özellikle üst kata çıkarken kullanılan dik ve dar merdiven yine buraya pek hoş bir hava katıyor. Kim bilir bu merdivenleri kimler adımladı 1700’lerden bugüne kadar.

İnsan burada oturup 16. yüzyılda yaşayan bir Osmanlı vatandaşı olduğu bir takım maceralar kurgulamıyor değil. Gerçi bu camii 18. yüzyılın başlarında inşaa edilmiş lakin zararı yok ne de olsa hayal bu.

Tabii insanlar yalnız hayal kurmuyor. Hayaller ve ötesi gerçek olsun diye bifiil çalışanlar  da camiide çokça mevcut. Dünyanın bazı insanların yüzü suyu hürmetine döndüğüne inanıyorum.  Genelde onlara bunu söyleyemiyorum ancak iyi ki varlar. Onlar sayesinde bu dünyada hala iyilikler ve güzellikler var olabiliyorlar



Dünyadaki herşey oluş ve bozuluşa tabii
olduğundan her vaktin de bir sonu var. Ancak bu bozuluş değil oluş kısmına girer bana kalsa. En güzel geçişler vakitler arasında yaşanıyor dünyada. Hele ki söz konusu ikindiden akşama geçişse. Şehirlerin en güzel vakitleri bu ikisidir. Herşeye karanlık çöker, herşey susar ve yalnız ışıklar konuşur. Bu vakitlerde güzeldir Üsküdar’dan karşı kıyıya bakmak, hatta büyüleyici. Ve bu vakitlerde güzeldir asıl, şehrin sokaklarında dolaşmak. Yeni Valide de bu vakitlerde çok güzel. Mihrimah’la ikisi sanki Üsküdar’da oturan iki sultan gibiler. Öyle zarif ve güzeller. Bunu bozmaya insanların bile gücü yetmemiş daha ne olsun.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder